Sultanbeyli İmamhatip Lisesi ve Anadolu İmamhatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği (SAMED) 12 Eylül’de yapılacak olan Anayasa değişikliğine ‘’EVET’’ diyor.
Dernek Merkezinde yapılan açıklamada Basın Sözcüsü Eyüp ÇAMUR; Referanduma siyasi olarak bakmıyoruz. Yeni anayasayı desteklemenin İmam Hatip camiası adına üzerimize bir yükümlülük olduğunu görüyoruz. 12 Eylül’ü büyüklerimiz gördü, 28 Şubat’ı bizler gördük. Başörtüleri yüzünden okullara alınmayanlar,dini inançları yüzünden fişlenenler, ve Meslek Liseli değil sırf İmam Hatip Lisesi mezunu diye okuyan öğrencilerin önüne dayatılan kat sayı engellerinden hepimizin artık canı yandı.
”İmam hatipliler de bu ülkenin okullarında eğitim görüyor, diğer okullarda eğitim görenlerden bir farkı yok. Bu yazılarla inançlı kesim hedef gösterilerek, toplum ayrıştırılmaya çalışılıyor. İmam Hatipliler hedef gösterilmeye çalışılıyor. Ahirette bu tip insanlardan hakkımızı talep edeceğiz.”
Kınama cezaları ile birçok hocamız ,arkadaşımız okuldan ve meslekten atıldı, ama haklarını arayamadılar. Bu yeni anayasa ile durum değişecek, çok güzel olacak.
”Milleti ayırmaya, bölmeye çalışanlara ve vesayetçi bir yönetim anlayışını zorlamaya çalışanlara taraf değiliz, yani 28 Şubatçıların tarafı değiliz. Bir sivil toplum örgütü olarak her 10 senede bir sıkıntı veren, bunu adet haline getiren, döverek tedbir almayı isteyen anlayışa taraf değiliz. 12 Eylül’deki Anayasa değişikliği paketine hep beraber destek vereceğiz. Bu AK Parti meselesi değil. Bu güzel anlayışı ve düzenlemeyi kim getirirse getirsin destekleriz. Özgürlük ve bu ülkenin geleceği için bu pakete hep beraber ‘EVET’ diyeceğiz.”
© İstanbulolay.com - İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılması yasaktır.
Bunlar dan ne imam nede hatip olur…Olsa olsa İmam ile hatip’den geçinen uyanıklardır…Bir din adamının siyasetle ne iş olur…Onların işi kulu ALLAH’a yaklaştırmak olmalı…Din camiye kışlaya girerse,siyasetçiler ne iş yapacak bu memlekette..?))
*Fettulah’ın Okulları Sadece Eğitim Amaçlı mı?
Fetullah Gülen’i bugüne kadar Vatikan’ın “Asya’yı Hıristiyanlaştırma”
olarak tanımladığı “Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerine verdiği destekle tanıyoruz.
Bu kapsamda, papazlara iftarlarda sofra duaları yaptırmalar, Harran’da
bir papazla bir Müslüman kadını evlendirmeler, aklı vahyin üstüne
çıkaran Abant toplantıları gibi organizasyonlar düzenlendi, “Hıristiyanlar
da cennetliktir”, “Ehli kitapla Amentü’de ittifakımız var” gibi sözler
sarfedildi. Üstelik Gülen’e yakınlığıyla bilinen gazete ve dergilerde.
Gülen, sadece Dinlerarası diyalog faaliyetleriyle mi tanınıyor? Siyasi
faaliyetlerle alakası nedir? Dünya çapında açtığı okullar sadece eğitim
amaçlı mı?
Bu konuda fazla yorum yapmadan son zamanlarda basına yansıyan haberlere
bir göz atalım:
Birinci haberimiz Rusya’dan.
Rusya’da Gülen okulları hızla kapatılıyor. Gerekçe ise oldukça ilginç:
“Casusluk faaliyetlerinde bulunmak”.
Peki, Türkiye için mi? Hayır.
Gülen okullarının kapatılma süreci, 2002 yılında Rusya Federal Güvenlik
Servisi(FSB) Başkanı Nikolay Patruşev’in, bu okulları kuran vakıf ve
derneklerin ABD gizli servisi ile bağlantılı olduğunu söylemesiyle
başladı.
Bu açıklamadan sonra Saha-Yakut, Buryatya, Başkurdistan, Dağıstan,Karaçay-Çerkez, Tuva ve Hakasya gibi büyük bölümünü Türk asıllı ya da
Müslümanların oluşturduğu Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyetlerdeki Gülen okulları kapatıldı, yöneticileri sınır dışı edildi.
Nur cemaatiyle bağlantısı olduğu gerekçesiyle son olarak geçen yıl ağustosta Tataristan’daki bir okul daha kapatıldı.
İkinci haberimiz ise Kuzey Irak’tan.
Bildiğiniz gibi Kuzey Irak’ta Türkiye için büyük tehdit oluşturan ve PKK’yı içinde barındıran bir oluşum var. Bu oluşum Güneydoğumuzu direkt olarak etkilemektedir. PKK’nın eğitim gördüğü kamplar burada. ABD ve AB
ülkeleri buraya yaptıkları destek ve yatırımlarla Ortadoğu’da bir cazibe merkezi oluşturmaktadırlar. Irak’ta daha doğru dürüst bir askeri yapılanma yokken Kuzey Irak’ta 100 bin kişilik donanımlı bir peşmerge
ordusu oluşturuldu.
Eğitmenleri de İsrailli generaller. Geçtiğimiz yıl bu bölgede yapılan ABD destekli toplantılarda Türkiye’nin de federatif olması için çalışma kararı alındı.
Şimdi gelelim haberimize.
Bu bahsettiğim bölgenin bakanlarının ve yöneticilerinin çocukları, Erbil ve Süleymaniye’de, Fetullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Işık ve Nilüfer okullarında eğitim görüyorlar. İşin en ilginci de bina dahil tüm masraflar ise yerel Kürt hükümeti tarafından karşılanıyor.
Peşmerge lideri Mesut Barzani’nin yeğenleri, Eski İçişleri Bakanı Fazıl Merani, bazı balkanlar, genel müdürler, belediye başkanları ve üst düzey yöneticilerin çocukları bu okullarda eğitim görüyorlar.
Ülkemiz üzerinde ciddi hesapları olan, Tel Afer’de, Musul’da, Kerkük’te Türk insanının varlığına bile tahammül edemeyen, Türk Silahlı Kuvvetlerine, en tabii hakkımız olan, PKK terörüne operasyon -Dün Saddam’ın
verdiği- izni dahi vermeyen bölge yöneticilerinin en kıymetli varlıkları olan çocuklarını bu okullara emanet etmesi, hatta okulların bütün masraflarını karşılayacak kadar ileri gitmeleri “acaba” sorularını akla getiriyor.
Dediğim gibi yorum yok.
Siz değerlendirin.
Nurculuktaki Hıristiyanlık Muhabbeti / Muharrem Bayraktar
Dinlerarası diyalog sürecinde Said–i Nursi’yi kendilerine rehber kabul eden bazı cemaatlerin ve özellikle de Fethullah Gülen’in başını çektiği grubun, kiliselerle, papazlarla, kardinallerle ve devamında Vatikan’la çok samimi bir işbirliği içine girmelerinin sebebi nedir? Bu olayın ve “Vatikan’ın misyonunun bir parçası olmayı” kabullenmenin tarihsel bir altyapısı var mı sorusu kuşkusuz sizin de aklınıza geliyordur.
Öyle ya bir insan durup dururken neden dünyadaki misyoner faaliyetlerin merkezi olan bir kurumun misyonun bir parçası olmayı kabul eder?
Said-i Nursi Hıristiyanlarla yakınlaşmayı emreder
Bu sorunun cevabını bugünkü Nur cemaatinin faaliyetlerinde değil, Said–i Nursi’nin yazdığı risalelerde gösterdiği hedeflerde aramak lazım. Saidi Nursi risalelerinde pek çok yerde Hristiyanlarla yakınlaşmayı, kaynaşmayı ve ittifakı şu şok edici sözlerle “emreder”: “Müslümanlık – Hristiyanlık ittifakını bozmaya çalışanlara karşı üç zümre; Nurcular, Hristiyan ruhaniler ve misyonerler uyanık olmalıdır.” (Emirdağ Lahikası I, s. 1712, Tarihçe–i Hayat, s.434’den nakleden Prof. Dr. Yumni Sezen, Dinlerarası Diyalog İhaneti, Kelam Yayınları)
“Misyonerler ve Hristiyan ruhanileri, hem nurcular çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü herhalde şimal cereyanı, İslam ve İsevi dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etme fikriyle İslam ve misyonerlerin ittifakını bozmaya çalışacak.” (Lem’alar,111,141)
Saidi Nursi’nin bu misyoner aşkı neden?
Saidi Nursi Müslüman ve Hristiyanlar arsındaki ittifakın bozulmaması için nurcu kardeşlerine çağrı yaparak misyonerlerle sürekli bir ve beraber, ittifak halinde olmalarını istiyor. Bu ifadelerde sadece Hristiyanlarla değil Hristiyanlığı yaymak için büyük paralarla Osmanlı topraklarında Hristiyanlaştırma faaliyetlerinde bulunan “Hristiyan misyonerlerin o dönemdeki uzantılarıyla de ittifak halinde olunmasını “emretmesi” insanı şaşırtıyor.
İyi de Saidi Nursi misyonerlerle neden böylesine sarmaş dolaş olunmasını istiyor?
Nurculara neden “misyonerlerle ittifak halinde olun” diyor. Osmanlıyı o misyonerler ve onların işbirlikçileri parçalamadı mı? Saidi Nursi’nin bu misyoner aşkı neden?
Kapitalist Hristiyanlarla ittifak!
Ona sorarsanız bunun sebebi komünizm tehlikesi! Dinsiz komünistler gelecek misyoner – nurcu ittifakını bozacak! Korku bu. Risalelerinde Saidi Nursi bunu böyle yazar ama gerçek hiç de öyle değildir. O yıllarca komünizm gelecek diye korkuttuğu cemaatini komünistlere karşı “kapitalist Hristiyanlarla ittifaka” itti. Bu ittifak o kadar derinleşti ki üyesi olduğu Cemiyeti Müderrisin ile Müslümanları Kuvayı Milliyeye karşı çıkmaya çağıran bildiriler dağıttırdı. (! Bkz.28 Nisan 2005 tarihli yazım)… Bu bildiriler en çok “Hristiyan Ruhanilerin” siyasi hamileri İngilizlerin işine yaradı.
Yadırgamamak gerek!
Saidi Nursi, bizzat kendisi Hristiyanlığı yayma misyonunu üstlenenlerle ittifak halinde olduğu için, onun yolundan gidenlerin Vatikanın misyonunun bir parçası olmayı kabullenmesini yadırgamamak gerek.
Bu ülkeye komünizm bir türlü gelmedi! Ama “komünizm gelecek, dinsizlik cereyanı gelecek” diye İngiliz emperyalizminin uşağı olanlar, Hristiyan ve misyonerlerle kurdukları ittifak sonucu cemaatteki masum insanların itikat anlayışını mahvettiler
Öz’ün Silahı Görevi İhmal
Tarkan Temur
Türkiye’nin siyasi tarihinin en önemli davalarından Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz, görev yaptığı tüm yerlerde “ciddiyetsiz ve hukuku kişisel çıkarları için sindirme amaçlı kullanan” bir hukuk adamı profili çiziyor.
Savcı Öz’ün Balıkesir’in Bigadiç İlçesi’nde görev yaptığı dönemde, savcı Öz’ün kâtibesi ile başka bir mahkeme kâtibi arasındaki anlaşmazlık yargıya taşınmış, savcı Öz’ün kâtibesi, başka bir kâtip hakkında ‘sarkıntılık’ şikâyetinde bulunmuştur. Suçlanan kâtibin avukat talebi üzerine nöbetçi avukat olarak duruşmaya katılan, çağdaş ve laik tutumuyla çevresinde tanınan Avukat Dilek Kayıhan sorularımızı yanıtladı. Savcı Öz, davalı kâtibin savunmasını alan avukat Kayıhan için, “Bigadiç avukatları or…puluk etti, en büyük o…puluğu da dilek yaptı” sözlerini söylediği gerekçesiyle savcı Öz hakkında yetkili makamlara şikâyette bulundu. Müfettişler, tüm avukatları, belediye başkanı ve gerekli gördükleri tüm kişileri dinleyerek hazırladıkları raporda, savcı Öz hakkında cezalandırılması istemiyle rapor düzenlediler. Ancak çıkan Disiplin Affı nedeniyle Öz bu cezadan kurtuldu. Öz, bu soruşturmanın hemen ardından Kayıhan’a baskısını artırarak sürdürdü. “Her kafası bozulana ‘görevi ihmal’ suçundan dava açmayı alışkanlık haline getiren” savcı Zekeriya Öz, Avukat Kayıhan’ın şikâyeti nedeniyle geçirdiği soruşturmanın acısını, Kayıhan hakkında hemen “görevi ihmal” suçundan dava açarak çıkardı. Ancak gelişmeleri takip eden bakanlık, Kayıhan’ın yargılanmasına izin vermedi.
Türkiye’nin en karmaşık davalarından birini yürüten savcı Öz, daha önce görev yaptığı yerlerde de tartışmalı tavırlarıyla tanınıyor. Hakkında, pek çok yurttaşın ve meslektaşının şik^yete bulunduğu Öz, mesai arkadaşları tarafından da “duruşmalardaki ciddiyetsiz tavrıyla” anımsanıyor. Duruşmalara “cübbesiz” katılan savcı Öz’ün, tam bir Atatürk düşmanı olduğu ise herkesçe dillendiriliyor. Savcı Öz’ün ciddiyetsiz çalışma üslubunu avukatlar, “Duruşma sürerken kürsüden kalkar, polisi çağırır dışarıda gördüğü köpeği işaret ederek ‘şu köpeğin sahibi var mı? Git öğren!’ gibi duruşma ciddiyetini bozacak eylemleri sürekli yapardı. Çocukları adliye koridorlarında bisikletleriyle dolaşırdı. Duruşma sürerken, çocuklar mahkeme salonuna girip çıkardı” sözleriyle anlatıyor.
‘Alışkanlığı Göz Korkutmak’
Savcı Öz’ün bir diğer alışkanlığı da, “Dava açarak göz korkutmak.” Savcı Öz’ün davalarının hemen hepsinde ise sanıkların beraat etmesi, açtığı davaların hukuki temelden yoksun olduğunu kanıtlıyor. Savcı Öz’ün, sindirme amaçlı davalarını ise Bigadiç’te birlikte görev yaptığı hukuk adamları şöyle özetliyor:
“Savcı Öz, doktorlar nöbetlere riayet etmiyor gerekçesiyle doktorlar hakkında ‘görevi ihmal’ davası açtı. Tüm doktorlar beraat etti. Adliyedeki tüm kâtipler için ‘görevi ihmal’ ettikleri gerekçesiyle dava açtı. Tüm kâtipler beraat etti. 8 Eti Bor mühendisi hakkında dava açtı, mühendisler beraat etti. Kısacası, göz korkutmak amacıyla her istediğine ‘görevi ihmal’ suçu işledikleri gerekçesiyle dava açtı. Ancak açtığı davaların hiçbirinden hüküm giyen olmadı. Savcı Öz için şu denebilir: Kültür seviyeniz yükseldikçe, sanık olma ihtimaliniz yüksek oluyordu…”
Çineliler Ergenekon savcısı hakkında çıkan haberleri doğrularken ‘hatta fazlası var’ dediler
Öz hâlâ belleklerde
Savcı Zekeriya Öz yaşamının 4 yıllık bölümünü görmezden gelse de, Çineliler onu iyi tanıyor. Öz’ün bazı yasadışı işlemlere adının karışmasına ilçe halkı pek şaşırmıyor. Çinelilerin şaşırdıkları tek konu ise Öz’ün hızlı yükselişi.
HAKAN DİRİK
ÇİNE – Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, gizlemeye çalıştığı ilk görev yeri Çine’de hâlâ belleklerde. Öz’ün, özgeçmişinde 4 yıl görev yaptığı ilçenin yer almamasına anlam veremeyen Çineliler, Ergenekon savcısı hakkında basın organlarında yer alan iddialar için “İddialar doğru, hatta fazlası var” diyor. Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı Zekeriya Öz, 35837 sicil numarasıyla başladığı görevinde ilk olarak Aydın’ın Çine ilçesine atandı. Ancak savcının özgeçmişinde, 4 yıl görev yaptığı Çine ilçesine yer verilmeyerek ikinci görev yeri Mutki ilçesine yer verilmiş olması dikkatlerden kaçmadı. Dinci basının özellikle Öz’ün Çine’deki görev süresini görmezden gelmesi soru işaretlerine neden olurken bu gizlemenin “bazı ilişkilerden” kaynaklandığı ileri sürüldü. Öz, hayatının o bölümünü görmezden gelse de, Çineliler onu gayet iyi tanıyor. Ergenekon davasıyla birlikte kamuoyunda adı duyulunca, hemen herkesin gözünde ilçedeki dört yılı canlanmış. İlçede görev yaptığı süre içinde haraç alma, vakıf paralarını zimmetine geçirme, yasadışı ticaret yapma gibi olaylara adı karıştığı iddialarının basında yer almasına çok da şaşırmıyor Çineliler. Özellikle Öz’le mesai harcayan ilçedeki hukukçular, savcı hakkındaki iddiaları teyit eder nitelikte konuşuyor. Hatta bazı avukatlar, Öz’ü Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Odası kıraathanesinde rehin aldığı öne sürülen Mehmet Ocak adlı işadamıyla daha derin ilişkilerinin de olduğu ve olayın kaynağında “silah satışı”nın da bulunduğunu ileri sürüyor. Ancak bu yorumları yapanlarda aynı zamanda korku da hâkim. Kimse isminin yazılmasını istemiyor. “Koca koca paşalara, ülkenin aydınlarına layık gördükleri muamelelere baksanıza! Biz ne yapalım?” diyerek gerekçesini de arkasından ekliyorlar. Çinelilerin şaşırdıkları tek konu ise Zekeriya Öz’ün hızlı yükselişi. Öz’ün ilçedeki sosyal yaşamı, kişisel altyapısı, mesleki becerilerini değerlendiren Çineliler, Ergenekon davası sürecini “hayretle” izliyor.
aaaa çok şaşırdım ..bu haber bozacının şahidi çıracıya benziyor:))
ÇIRACI DEĞİL ŞIRACI GÖBEĞİNİ KAŞIYAN ADAM..